İstanbul öyle bir şehir ki geçmişten bugüne yolu düşen herkesi etkilemiştir. Şairlerin dizelerine, müzisyenlerin notalarına, ressamların tuvallerinde yeniden dile gelerek kendi hikayesini yazdırmış bir şehir diyebiliriz. Kah romanda kah bir filmde karşımıza çıkar. Hemen hepimizin zihninde içinden İstanbul geçen bir şiir, bir şarkı, bir roman ya da bir film vardır. Ne kadar kalabalığından şikayet etsek de bu güzel şehir geçmişte olduğu gibi bugün de hala çekim merkezi olmayı sürdürüyor. Bu yıl İstanbul’un farklı müze ve galerinde ard arda açılan İstanbul temalı sergilerin bu kadar ilgi görmesi de bunun bir göstergesi değil mi? Fındıklı’tan Beyoğlu’na doğru uzanan bu hatta yer alan müze ve galerilerdeki İstanbul konulu resim sergilerinden biz de üç adresi seçtik. Buyurun hep birlikte zamansız görseller eşliğinde İstanbul’da kaybolmaya.
İki kıtayı birleştiren bu efsunlu şehrin tarihine doğru yolculuk yapmak için Meşher’deki Göz Alabildiğine İstanbul Sergisine geliyoruz. Ömer Koç’un özel koleksiyonundan hazırlanmış olan bu serginin küratörlüğünü Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı üstlenmiş. Sergideki eserler aynı zamanda İstanbul’un 15. Yy’dan 20.yy’a doğru nadide eserler arasında unutulmaz bir yolculuk imkanı sunuyor. İstanbul tablolarından gravürlere, nadir kitaplardan albümlere ve İstanbul’un geçmişine kayıt düşen fotoğraflarla 100’ün üzerinde esere ev sahipliği yapan sergi İstanbul’u farklı açılardan görmemizi sağlıyor. İstanbul’un yaklaşık 300 yıl önceki haritalarından kendi yaşadığım mahalleyi, sokağı bulmak ise ayrı bir heyecan verdiğini söylemeliyim. Sergide eski İstanbul resimleri dijitale aktarılarak canlandırılmış böylece içerde sergiyi gezerken zaman kavramının da dışına çıktığınızı hissediyorsunuz. Sergideki tablolar, gravürler, kitaplar İstanbul’un aynı zamanda “dışardan” nasıl göründüğünü de tasavvur ettiriyor. Zira İstanbul’a farklı zamanlarda yolu düşmüş Batılı gezginlerin, seyyahların gözünden İstanbul’un 500 yılını ağırlıklı olarak görüyoruz. Sergide öne çıkan iki İstanbul gravürü var. İlki İngiliz ressam Henry Aston Barker’ın 1800 yılında Galata Kulesi’nin tepesinden çizdiği eskizlere dayanarak oluşturduğu İstanbul Panoraması. Diğeri ise elçilik sekreteri olarak İstanbul’da bulunan Philipp Franz von Gudenus’un 1741’de İsveç Elçiliği’nin çatısından yaptığı çizime ait gravür. Yine Joseph Schranz’ın Karadeniz’den Marmara Denizi’ne Boğaz panoraması görülmeye değer.
Ayrıca bilinen en eski 360 derecelik panoramik İstanbul fotoğraflarını çeken sanatçı olarak tarihe geçen James Robertson’ın Bayezid Kulesi’nden çektiği Mayıs 1854 tarihli fotoğrafı sanatçının imzasını taşıyan ithaflı albümünü de görmek mümkün. Sergilenen eserlerden en eskisi Hartmann Schedel’e ait Liber Chronicarum (1493) iken, en yakın tarihli eserler arasında ise Alexandre V. Pankoff’un özgün tasarım ve resimlerini içeren albümü (1922-1924) bulunuyor. Sergiyi gezerken yerel kıyafetler içinde o günün İstanbul halkıyla batılı silüetleri görüyoruz. Sergi 26 Mayısa kadar görülebilir.
İstanbul’u farklı açılardan gösteren bu sergileri gezip sokağa çıkınca Tünel’den İstanbul’un nostaljik tramvayına binip şehrin kalbine doğru yürüyorum. Galata Köprüsü’nden gün batımını izlerken ise şunu sormadan edemiyorum: Nice sanatçının yıllar içinde betimlediği İstanbul’u bize en iyi hala İstanbul’un kendisi anlatmıyor mu?
İlk durağımız İstanbul’un balıkçıları. İstanbul denilince hepimizin aklına Boğaziçi ve balıkçı tekneleri gelir. Yine kıyıda balık tutan balıkçılar İstanbul’un olmazsa olmaz simgelerindendir. Öyle ki geçmişte Roma sikkelerinin üzerinde bile balık figürleri varmış. İstanbul’un aynı zamanda mutfak kültüründe de balığın yeri ayrıdır. Bugün bile yolu Eminönü semtine düşen kaç kişi balık ekmek yemeden evine döner? Eminönü’nde balık ekmek yemek, Boğaz sularında oltayla balık tutmak ya da balık tutanların keyifle izleyip fotoğraflarını çekmeyen var mı? İşte İstanbul balıkçılarının ve balıkların hikayesini anlatan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Resim ve Heykel Müzesi’ndeki Yarısı Gümüş Yarısı Köpük adlı sergisi bu yüzden hepimizden bir parça hikayeyi de taşıyor. “İstanbul denilince aklıma martı gelir/ Yarısı gümüş yarısı kuş/İstanbul deyince aklıma bir masal gelir/Bir varmış bir yokmuş” diye devam eden İstanbul Destanı şiirini yazan ve sergiye de ilham veren şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun yanı sıra Adil Doğançay, Ali Avni Çelebi, Cemal Tollu, Ahmet Münib, Mehmet Ali Laga, Hikmet Onat, İbrahim Safi, Cevat Dereli, Hale Asaf, Zeki Faik İzer, Avni Arbaş, Nedim Günsür, Mustafa Pilevneli, Mehmet Güreli, Abidin Dino, Kezban Arca Batıbeki, Vildan Dülgeroğlu, Şevval Konyalı, Turgut Atalay Adnan Turani, Cemil Eren gibi pek çok sanatçının eseri yer alıyor.
İş adamı koleksiyoner Mustafa Tavilioğlu’nun 2 bin 500 civarındaki sanat koleksiyonundan yaklaşık 60 eserin yer aldığı Yarısı Gümüş Yarısı Köpük sergisi Cumhuriyetin erken döneminden günümüze devam eden İstanbul’daki balıkçılık serüvenine herkesi davet ediyor. Sergi içinde çocuklara da ilham verecek bölümler var. Ancak biraz acele edin sergi 20 Şubat’a kadar görülebilir.
İkinci adresimiz Cumhuriyetin 100. Yıldönümünde Beyoğlu’ndaki tarihi binada kapılarını açan Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’ndeki İstanbul’un Resimleri sergisi. Müzede aslında Cumhuriyet sonrası erken dönem sanatçılarının ve geç dönem sanatçılarının eserlerinden açılan iki sergi var ve iki sergide de İstanbul temalı tablolar yer alıyor. Bu iki sergiden biri Türk Resminin serüvenini anlatıyor ve müzenin kalıcı sergisi. Alt katında ise müzenin ilk geçici sergisi olan İstanbul’un Resmi sizi karşılıyor. Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin kurucu küratörlüğünü üstlenen sanat tarihçisi ve yazar Prof.Dr. Gül İrepoğlu tarafından hazırlanan İş Bankası koleksiyonundaki eserlerden oluşan her iki serginin de ayrıca kitapları hazırlanmış. Geçtiğimiz aylarda okurla buluşan iki ciltlik Türk Resmini İzlemek kitabından sonra İstanbul’un Resmi adlı kitap da raflarda yerini aldı. Her iki sergi yaklaşık 2 bin 700 eserden yapılan bir seçkiyle oluşturulmuş.
İstanbul’un Resmi sergisi gibi kitabın kapağı da Şeref Akdik’in 1960 yılında Salacak’tan yaptığı İstanbul’un tarihi yarımadasını gösteren bir tabloyla başlıyor. Bu tablo aslında İstanbul’un en iyi açıdan nasıl resmedileceğinin de ipucunu veriyor. Sergi Cumhuriyet’in ilk yıllarından bugüne sanatçıların İstanbul temalı resimlerinden bir seçkiyle oluşturulmuş. Farklı zamanları anlatsa da ressamlar için İstanbul’un en etkileyici adresleri hiç değişmemiş. Mesela Boğaziçi, Kızkulesi, yalılar, vapurlar, kuşlar, çeşmeler, balıkçılar en çok ilham veren adresler olmuş. Mesela Kızkulesi temalı resimler sergide sadece bir salonu kaplamış durumda. Yine İstanbul’un kedileri de he kaza öyle. İrepoğlu’un hazırladığı İstanbul’un Resmi kitabıyla serginin hikayesi birbirine paralel ilerliyor. Kitap İstanbul’un tarihini anlattıktan sonra müzik ve edebiyatta İstanbul’un yerine değiniyor. Ardından da Haliç’ten başlayarak Avrupa Yakası’na oradan Boğaziçi’nden Anadolu Yakasına geçiriyor. İstanbul’un her bir semtini, sokaklarını gezip bazen tablolarla birlikte bu sokaklardaki camilerin, evlerin içine uzanıyoruz. Aynı zamanda İstanbul’un çiçekleri arasında da keyifli bir yolculuk yaptırıyor. Müzenin ikinci ve üçüncü katındaki İstanbul’un Resmi sergisinde de tıpkı kitaptaki gibi İstanbul’un tabloları arasında dört mevsimi yaşıyoruz. Tarihi Yarımada, Galata Köprüsü, Haliç ve Kasımpaşa semtlerinden İstanbul Limanı, Tophane, Cihangir, Dolmabahçe, Beşiktaş Ortaköy Emirgan Tarabya, Sarıyer derken Rumelikavağı’na kadar bir yolculuk yapıyoruz. Alt katta ise Beykoz, Paşabahçe Anadolu Hisarı, Küçüksu, Göksu hattından Üsküdar’a Kadıköy’e oradan Kalamış, Bostancı ve Erenköy’e varıyoruz. Derken vapurla adalara doğru uzanıyoruz. Bu uzun soluklu yolculuğu kitabın sayfaları arasında da yapmak mümkün. İrepoğlu, kitabında İstanbul resimlerine imza atmış sanatçılarla ilgili de bilgi veriyor ve resim üzerine kısa ve akıcı bir dille akılda kalacak okumalar yapıyor. Sergide ise İstanbul’u anlatan tablolara İstanbul temalı şiirlerden mısralar eşlik etmiş. Eylül ayına kadar gezilebilir.